Bekir b. Abdullah el-Müzeni :
Tâbiîn’in tanınmışlarından.
108 (m. 762)’de vefât etti. Ebû Hâtem; Alkame bin Abdullah el-Müzenî’nin, Bekir
bin Abdullah’ın kardeşi olduğunu söylerse de, âlimler, kardeşi olmadığını
bildirmişlerdir.
Bekir bin Abdullah
el-Müzenî, Enes bin Mâlik, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Mugîre bin Şû’be, Ebû Râfî
es-Sâig, Hasan el-Basrî, Hamza, Urve bin Mugîre bin Şû’be, Ebû Temime
el-Huceymî ve başkalarından hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Sâbit el-Bûnânî,
Süleymân et-Teymî, Katâde, Galip el-Katân, Âsım el-Ahvel, Saîd bin Abdullah bin
Cübeyr bin Hayye (r.a.) de ondan hadîs-i şerîf bildirmiştir. İbn-i Medinî, onun
elli hadîs-i şerîf rivâyet ettiğini söylemiştir. İbn-i Muîn ve en-Nesâî, Ebû
Zür’a ve İbn-i Sa’d onun hadîs hususunda, sika, (güvenilir) mazbut ve hüccet
bir âlim olduğunu bildirmişlerdir.
Bekir bin Abdullah
el-Müzenî hazretleri, dünyâya düşkün olmayıp harâm ve şüphelilerden çok
sakınırdı, ibretli sözleri vardır. Çok büyük ve iyi insanlar arasında yetişti.
Bekir bin Abdullah’ın
rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler:
“Enes bin Mâlik (r.a.)
buyurdu ki: Bir kadın Hz. Âişe validemizin yanına girdi. Yanında iki küçük
çocuk vardı. Hz. Âişe, kadına üç hurma verdi. Kadın, her birine bir hurma
verdi. Çocukları hurmanın ikisini yediler. Bitince annelerine baktılar. Kadın,
kalan bir hurmayı da ikiye böldü. Yarısını birine, yarısını diğerine verdi. O
sırada Resûlullah (s.a.v.) içeri girdi. Hz. Âişe olanları arz etti. Resûlullah
efendimiz,
“Allahü teâlâ bu kadına,
çocuklarına merhametinden dolayı merhamet etsin” buyurdu.
Enes bin Mâlik (r.a.),
Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor. “Allahü teâlâ
buyurdu ki: “Ey Ademoğlu! Senin günâhların semâyı (göğü) doldursa, sonra bana
istiğfâr etsen (benden bağışlanmanı istesen), seni bağışlarım, Ey Âdemoğlu! Yer
dolusu günahla gelsen, bana bir şeyi şirk koşmadan kavuşsan, sana yer dolusu
mağfiret yaparım (seni bağışlarım.)”
Peygamber efendimize,
Cennete ve Cehenneme girmeyi vacip kılan iki şey soruldu. Bunun üzerine:
“Kim Allahü teâlâya bir
şeyi şirk koşmadan kavuşursa Cennet ona vaciptir. Kimde şirk koşarak, Allahü
teâlâya kavuşursa Cehennem ona vaciptir.” Bekir bin Abdullah el-Müzenî
hazretleri buyurdular ki:
“İyi amellerim arasında en
değerlisini, sâlih bir zâta olan sevgimi buluyorum.”
Arafat’ta vakfeye durmuştu.
Kendi kendine şöyle diyordu: “Öyle sanıyorum ki, bunlar arasında ben
olmasaydım, Allahü teâlâ hepsini bağışlardı.”
“Bir kimsenin cimrilik huyu
ile öfke duygusu körelmedikçe müttekî sınıfına geçemez.”
“Din kardeşlerinden bir
cefa görürsen, bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır. Derhal Allahü teâlâya
dön ve tövbe et. Ayrıca, bir sevgi görecek olursan, Allahü teâlâya olan
tâatından (Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaktan) hasıl olduğunu bil ve şükr
et.”
“Bir kimsenin, sanki o işe
memurmuş gibi, durmadan halkın ayıbını sağa sola aktardığını görürseniz, bu
haliyle azâb tuzağına tutulduğunu biliniz.”
“Îsâbet edip, doğru
konuştuğunda sana bir ecir ve sevab getirmeyen, hatâ ettiğinde de seni günâha
götüren bir sözü söylemekten sakın. Bu söz, müslüman kardeşine kötü zanda
bulunmandır.”
“Sen bir kişi ile arkadaş
olduğun zaman bazı hususları yerine getirmen gerekir. Beraber olduğunuzda,
şayet onun nalınlarının ipi kopar ve o bunları düzeltip bağlayıncaya kadar sen
onu beklemezsen, sen arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş olursun ki, sen, bu
halinle dost olamazsın. Yine, senin arkadaşın bir ihtiyaç için bir yerde
oturduğunda, o işini bitirinceye kadar onu beklemezsen sen yine hakiki dost
sayılmazsın.”
“Bekir bin Abdullah
el-Müzenî, kadılık (hakimlik) makamına getirilmek istenmişti. O zaman şöyle
buyurmuşlardı: “Ben size bir şey söyliyeyim. Kendisinden başka ilâh olmayan
Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben kaza (hâkimlik) işini yapamam. Eğer, bu
sözüm doğru ise, sizin beni bu iş için görevlendirmeniz, uygun değildir. Eğer
sözüm yalan ise, yalancı birisini bu vazifeye tayin etmeniz doğru olmaz.” Bekir
bin Abdullah el-Müzenî hazretleri şöyle duâ yapardı: “Yâ Rabbi! Senin yardımın
olmazsa, maksuduma eremem, kötü şeyden nefsimi koruyamam. Ben ve işlerim senin
kudretin altındayız. Sana
çok, çok muhtacız yâ
Rabbi!”
“Ey Âdemoğlu! Allahü
teâlânın rahmetinden öyle ümitli ol ki, bu ümidin seni, Allahü teâlânın
mekrinden emin kılmasın. Eğer bundan emin olursan, günâhları işler, Allahü
teâlânın gazabına uğrarsın.
Yine Allahü te’âlâdan öyle
kork ki, bu korku O’nun rahmetinden ümidini kestirmesin. Ne kadar günahkâr
olursan ol, yine de Allahü teâlânın rahmet ve merhametinden ümidli ol.
Tövbe ederek Allaha dön.”
“Allahım! Bizi öyle bir
rızıkla rızıklandır ki, onun vasıtasiyle sana çok şükür edebilelim. Yâ Rabbi!
Her an her yerde sana muhtacız.”
Bir Cuma günü cemaat
oldukça kalabalıktı. Bekir bin Abdullah el-Müzenî, “Bana, câmide bulunanların
en hayırlısı (iyisi) sorulsaydı, insanlara en çok nasîhat eden, Emr-i
bil-ma’rûf ve Nehy-i an-il münker yapanı (iyiliği emredip, kötülükten nehy
edeni alıkoyanı) arar, bulur, onu gösterirdim.” Yine, bana “İnsanların en
şerlisi (kötüsü) kimdir? diye sorulsaydı, insanları en çok aldatanı bulur, onu
gösterirdim.” dedi.
“Bir kimse, tamâı (dünyâ
lezzetlerini harâm yollardan araması) ve gazabı (öfkesi) yavaş oluncaya kadar
muttaki olamaz.”
Ölüm hastalığı sırasında
Bekir bin Abdullah el-Müzenî’nin huzuruna girdik. Başını kaldırdı.
“Nefsini Allahü teâlâya
tâat (Allahü teâlânın beğendiği şeyler) için çalıştıran, Allahü teâlâya isyan
(emirlerini yapmamak) etmemesi için onu zorlayan kula Allahü teâlâ merhamet
etsin” buyurmuştur.
“Sana dünyâda, kanâat
edebileceğin kadarı kâfidir, ister bu bir avuç hurma, bir içimlik su ve bir
çadır gölgesi olsun. Senin nefsin, dünyâda kendisine ne kadar çok verilse, asla
doymaz. Her zaman daha fazlasını ister.” Bekir bin Abdullah el-Müzenî’nin daima
okuyup, terk etmediği duâ şudur: “Allahım! Bize rahmet hazinelerinden birini
aç. Rahmetinden sonra bize dünyâda ve âhirette hiç azâb etme. Allahım! O geniş
ihsanından bize helâl ve temiz bir rızık ihsan et. Rızık verdikten sonra bizi,
senden başkasına muhtaç
eyleme, Allahım!
Merhametine ve ihsan ettiğin helâl rızka, ihsanına karşı şükrümüzü arttır. Biz
sana muhtacız. Senin yardımın ve ihsanın ile ancak başkasından müstağni (uzak)
oluruz.”
O, yaşlı bir zât görünce,
bu benden daha hayırlı, daha iyidir, çünkü o, yaşça benden büyüktür. Onun için,
daha fazla ibadet yapmıştır. Bir genci gördüğü zaman, ben ondan daha fazla
günah işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az günâh işlemiştir,
derdi.
“Eğer, şeytan senin önüne
çıkıp, “Sen falanca müslümandan daha üstünsün, derse, dikkatli ol ve o müslüman
kardeşin senden büyükse, şöyle de: “Bu kardeşim, benden önce müslüman olup,
benden daha çok sâlih amel işlemiştir. Onun için, o benden daha üstündür. Eğer
senden küçükse, ben günâhlarda onu geçtim. Bu bakımdan o benden daha
hayırlıdır. Eğer sana ikrâmda bulunan ve hürmet gösteren, müslüman
kardeşlerinle karşılaşırsan, “Bu Allahü teâlânın bir ihsanıdır.” de. Eğer
onlardan cefâ
görürsen (Bu, yaptığım bir günâhtan
dolayıdır.) de.”
“Kişi, müslüman
kardeşlerine tevazu etmesiyle, onların hürmet ve saygısını kazanır.”
“Allahü teâlâ, mü’min
kulunun işinin sonunun hayır olmasını murad ettiği zaman, ona biraz acı ve
sıkıntı tattırır.”
“Kim gülerek günâh işlerse,
ağlıyarak Cehenneme girer.”
“Günâhı çok yapıyorsunuz.
Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan, âhirette, amel defterinde iki
satır arasında istiğfâr görünce çok sevinir.”
Yine, Bekir bin Abdullah
el-Müzenî şöyle bir hikâye anlatmıştır.
“Bir hükümdarın yanında iyi
ahlâklı biri, devamlı ayakta durur ve ona daima (iyilik edene, iyiliğine karşı
iyilik et. Çünkü, kötülük yapana, yaptığı kötülük yeter.) derdi. Onun bu
makamda ve mertebede olmasını birisi çekemez, hükümdarla senli benli
konuşmasını kıskanır ve onu hükümdara kötülemek isterdi. Uzun düşüncelerden
sonra hükümdara gidip, “Bu adamınız, hükümdarımızın ağzının koktuğunu söylüyor”
diye şikâyet eder. Hükümdar, hayır böyle şey olmaz, der. Hasedci adam, “Onu
çağırın ve dikkat
edin, size yaklaştığı
zaman, ağız kokunuzu duymamak için, elini burnuna koyacaktır.” der. Hükümdarın
yanından çıktığı gibi, arkasından iftira ettiği adamı evine davet eder. Ona
içinde sarımsak bulunan yemek yedirir. İyi ahlâklı insan her şeyden habersiz,
oradan çıkıp, hükümdarın huzuruna gider. Her zaman konuştuğu gibi konuşur.
Hükümdar, bana yakın gel, der. Sarımsak yediği için ağız kokusundan rahatsız
olmasın, diye eliyle ağzını kapatır. Öyle yaklaşır. Hükümdar, önceki adam doğru
söyledi, diyerek,
hemen kalkıp, bizzat kendisi
bir mektûb yazar. Burada “Bu mektubu taşıyan sana gelince, onu boğazla,
derisini yüz, içine saman doldur ve bana gönder.” diye yazıp, bir valisine
götürmesini söyler, (içinde yazılı olandan haberi olmayan suçsuz ve dolayısı
ile bir korkusu olmıyan) bu iyi ahlâklı insan, mektubu valiye götürmek için
alır ve çıkar. Yolda, kendisini çekemiyen adamla karşılaşır. Elindeki mektubu
göstererek, hükümdarın mükâfat mektubudur, der. Diğer hasedci adam, yalvararak
sızlayarak ne olursun, o mektubu bana ver, ben götüreyim, ben mükâfat alayım,
der. Verir, O da alıp, valiye götürür.
Vâlî ona, getirdiğin
mektûbta, seni boğazlayıp, derini yüzüp, saman doldurup, hükümdara göndermem
yazılıdır, der. Adam, bu mektûb benim için değildir. Allah, Allah, şu başıma
gelene bak! Ben dönüp, durumu hükümdara arz edeyim, der. Vâlî: “Hükümdarın
mektubu, emirnâmesi geri çevrilmez, deyip, adamı öldürüp valinin istediği
şekilde ona gönderir. Öbür adam ise, âdeti üzere, hükümdarın yanına gider.
Hükümdar
hayret eder. Benim mektubu
ne yaptın der. O da: Yanınızdan ayrılınca, filan kimseye rastladım. Mektubu
kendisine vermemi rica etti. Ben de verdim. Hükümdar, o bana senin, ağzımın
koktuğunu söylediğini bildirmişti. O da hayır, asla olamaz, dedi. Peki öyleyse,
yanıma yaklaşınca, neden ağzını tuttun?” der.
“Efendim, bana o yemek
yedirdi, içinde bol sarımsak vardı. Size yaklaşınca, ağzımın kokusu ile
rahatsız etmiyeyim diye ağzımı tuttum.” cevabını verir. Hükümdar, “Sen
haklıymışsın, kötülük edene, ettiği kötülük, yeter” dedi.
Birisi Bekir bin Abdullah
el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da ona hiç cevap vermeyip, sükût
ile karşıladı. O adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü sözler söyledi.
Bunun üzerine, Bekir bin Abdullah hazretlerine, niçin ona cevap vermiyorsun,
suskun duruyorsun. Baksana sana neler söylüyor, denilince, “Ben onun hakkında,
kötü birşey bilmiyorum ki ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında
yalan yere, olmıyan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl değildir.”
dedi. Bekir bin Müzenî hazretleri, gelen-geçeni rahatsız etmemesi için, damının
oluğunu bahçe tarafa
yapar, yola akıtmazdı.
Evindeki kedi ölürse, münasip bir yerde çukur kazar, kediyi oraya gömer,
kimseyi rahatsız edecek bir iş yapmazdı.
“Bir kimse ziyafete
çağrılır. O da ev sahibine haber vermeden, yanında misafir getirirse, bir tokat
hak etmiştir. Eve geldiğinde, ev sahibi, şuraya buyurunuz dediği zaman, hayır
ben şuraya oturacağım diyen kimse ise, iki tokat hak etmiştir. Yemek yerken de
ev sahibine “Sen de bizimle beraber yemiyor musun, sen de yesene” diyen, üç
tokatı hak etmiş olur. Çünkü üçünde de, söz ve hareketi boş ve fazladandır.”
Kaynaklar:
------------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-2,
sh-224
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-1,
sh-484
3) El-Kâşif cild-1, sh-162